Eyüp Bey, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Konya Kulu doğumluyum. Yedi çocuklu bir ailenin ortancasıyım. İlk ve ortaöğrenimimi Konya’da tamamladım. Daha sonra lise için İstanbul’a geldim. Vefa Lisesi’ni bitirdim. O dönemde çalışmak için Avrupa’ya gitmek revaçtaydı ama benim için en doğrusu “okumak”tı. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazandım. Fakülteden sonra askerlik görevimi icra ettim ve o dönemde de evlendim.
SESİMİZ DAHA GÜÇLÜ ÇIKSIN İSTEDİK
Fuzul’un gelişimiyle birlikte siz neler yaptınız?
Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut ağabeyim ilk olarak İspa Turizm ile işe başladı. Bu şirket birkaç yıl devam etti. 1992 yılında ise Fuzul isimli ilk şirketimiz kuruldu: Fuzul Dış Ticaret. O dönemde Balkan ülkeleri dağılma sürecine girmişti. Türkiye’den birçok firma “Orada iş yapabilir miyiz?” diye arayış içindeydi. Biz de Fuzul Dış Ticaret’i o maksatla kurmuştuk. O yıllarda söz konusu ülkelerde bankacılık ve ödeme sistemleri oturmadığı için birçokları gibi biz de pazardan çıktık. Derken Fuzul ismiyle tasarruf finansman sistemini hayata geçirdik. Bu sistem bilindiği gibi büyüklerimizin altın günü modeli benzeri, beraber dayanışma ve tasarruf etme üzerine kurulu. Aslında yaptığımız iş bir organizasyondu. O günlerin yüksek enflasyonist ortamında insanlar bankalardan yüksek faizlerle araç sahibi olmak istemiyorlardı, o yüzden bizi tercih ediyorlardı. Bizi tercih edenler özellikle faiz hassasiyeti olan kesimdi. Banka dışı bu finansman yöntemi onlar için idealdi. Bu arada otomobil finansmanının yanına sigorta sistemini de ekledik. 1996 yılına kadar kurumsallaşmamız tamamlandı. Sonra 1996’da reklam mecralarını kullanmaya başladık. İlk defa gazetelerde ve medyada görünür olduk. Bilinirliğimiz çok fazla arttı. Buna karar vermeseydik lokalde kalacaktık. Ama biz dedik ki “Sesimiz daha güçlü çıksın.” Türkiye markası mı olacağız yoksa İstanbul Fatih’te küçük bir marka olarak mı kalacağız? Bu soruya “Biz açılacağız” yanıtını verdik. Türkiye genelinde o zaman bayilik sistemiyle çalışıyorduk. 2000’li yıllara kadar da çok güzel işler yaptık. 1995 yılında daha önce satışını yapmış olduğumuz araçların sahiplerinden gelen talep doğrultusunda onların sigorta noktasındaki ihtiyaçlarını da karşılayabilmek adına Akva Sigorta AŞ’yi kurduk. 1999 depremi ile birlikte de bir yol ayrımına geldik. O dönemde müşterilerimizin “İnsanları araç sahibi yapıyorsunuz, niye ev sahibi yapmıyorsunuz?” taleplerini değerlendirerek inşaat sektörüne girmeye karar verdik. Sektörde ciddi bir güven kaybı vardı, bilmediğimiz bir sektördü ve Fuzul Holding şirketlerinden Fuzul Yapı ile “biz de varız” dedik. Bu bir karar anıydı. Burada aslında müşterilerimiz bizi yönlendirdi. Sektöre, 2000 yılında Başakşehir’de bin 500 konutluk Fuzul Kent Bizim Evler projesi ile ilk adımı attık. O gün başladığımız noktadan bugün markalı konut üretimine geldik. Şu an kısmet olursa önümüzdeki ay Beşiktaş Barbaros Bulvarı’nda projeye başlıyoruz.
Bir dönem tıbbi malzeme ithalatı yaptığınızı biliyoruz, peki bundan neden vazgeçtiniz?
İthalat yaparken üretimi de Türkiye’de yapmalı ve dünyaya satmalıyım diye düşündüm. Bunun için altyapıyı hazırladım. Sonra da ailece bu işin kapanması için karar verdik. Markamı tescil ettirmiş, belgelerimi almıştım ve üretime geçmek üzereydim. Bu benim için büyük kayıp oldu. İnsanın morali bozuluyor tabii ama sonuçta aile şirketi ve üçte ikisi “yapma” diyorsa tamamdır. Çok emek verdim. Şunu göz önünde bulundurmak lazım: Dolarla alıp TL ile satıyorduk yurt içine. Sürekli bir kazanma, bir kaybetme durumundaydım. Risk büyüktü. Kafa kafaya getirip bıraktım. Belki daha iyi olabilirdi, belki de bugünleri göremeyebilirdim.
ORGANİZASYONU KENDİMİZ YAPMALIYDIK
Fuzul’da bayilik sistemi ile başlamış, sonra şube sistemine geçmişsiniz. Neden oldu bu dönüşüm?
Bayilik sisteminde kontrol mekanizmanız biraz zayıflıyor. Bayinin eşine dostuna yaptığı iltimasın önüne geçemiyorsunuz, buradan uzaktaki bayiyi denetleyemiyorsunuz. Elde ettiği geliri bizimle anlık paylaşmıyorlardı. Ayrıca o dönemde gönüllülük esastı. Asli işleri bizim işimiz değildi, ekstra iş olarak yapıyorlardı. Odaklanmaları düşüktü. Reklama çıkmıştık, müşteri gelmeye başlamıştı. Arkadaşımız Tokat’taki giyim mağazasının bir masasına Fuzul bayrağını koymuş, müşteri gelirse “Biz bu işi de yapıyoruz” diyordu.
Bütün sermayeniz güvense bunu korumak zorundasınız. O yüzden biz dedik ki “Yeni dönemde kendimizin hâkim olacağı bir yönteme geçelim.” Büyümeyi hedeflediğimiz için de organizasyonu kendimiz yapmalıydık. Ankara’dan başlayarak ilk şubemizi açtık, en iyi bayileri de şubeleştirmeye başladık. Bu arada şöyle teklifler yaptık bayilere. “Yerin güzelse yerin değerini sana ödeyelim. Orada çalışabilirsin, oğlun varsa oğlun çalışsın.” Sadakati ve gönül bağı olanları kaybetmek de istemedik.
Farklı sebeplerle hem çok seyahat ediyorsunuz hem de yurt dışından birçok müşteriniz var. Kültürel farklara dair anılarınızı anlatabilir misiniz?
Yüzlerce var ancak ikisini anlatayım. Bir fuar organizasyonu için Amerika’ya gitmiştim. Ticaret yaptığım fabrika ile fuar alanı arası kara yolu ile yaklaşık bir gün sürüyordu. Firma sahipleri de beni misafir etmek istediklerini ve birlikte gidebileceğimizi söylediler. Ben de kabul ettim. Mola verdik, bir şeyler yedik. Bizim kültürümüzde olduğu gibi “Ben ödeyeyim” dedim. Onlar da ses çıkarmadılar ve ben ödedim. Bana böylece ev sahipliği yapmış oldular. (Gülüyor) Fransa’dan misafirlerimiz gelmişti, üç gün kendilerini ağırladık. Mallarının gümrükte takılması gibi sorunlar yaşadılar, hepsinde kendilerine yardımcı oldum. Onları uğurlarken bizi ağırlamak istediklerini söylediler ve günün birinde benim de yolum Fransa’ya düştü. Oradayken telefonumun ve cüzdanımın çalındığını fark ettim. Bahsi geçen kişilerin yanına gidip durumu anlattım. Onlar da bana geçmiş olsun temennisinde bulundular ve çay içip içmeyeceğimi sordular. İstemedim, onlar da “siz bilirsiniz” dediler. Bu olayın ardından o kişilerle tüm ilişkimi kestim. Benzer bir durum bizim misafirlerimizin başına gelmişti, ben ise haberi aldığım andan itibaren yanlarında oldum, Emniyet’teki ifade süreçlerinden maddi anlamda desteğe kadar… Dolayısıyla ticaret yaparken o kültürü bilmek çok önemli.
Tasarruf finansmanı tarafında yüzünüzün akıyla çıktığınız bir süreç yaşadınız.
Lisanslamadan önce pek çok firma sahaya çıkmıştı. Onlarla birlikte bu sektör, Türkiye geneline yayıldı. Eskiden iki tane firma varken, erişim kısıtlıydı. Sonrasında lisanslama sürecinde eleme olunca biz 30 yıllık birikimimiz, şube ağımız, altyapı gücümüz ve tasarruf sahiplerinin güveniyle yolumuza devam ettik. Böylelikle daha büyük bir pazar oluştu. Lisanslama sürecinde firmaların yeterlilik alıp almaması konusunun gündemde olduğu süreci unutamıyorum. Açıklama olacağı gün hepimiz büyük bir heyecanla ve sabırsızlıkla bekledik. Lisans verildiği gün de Kabe’deydim ve Kadir Gecesi’ydi. Dedim ki “İki bayramı bir arada yaşıyoruz.”
Ayaklarım birbirine dolandı
Genç yaşta “patron” olmak nasıl bir duygu?
Bir gün yurt dışında bir yerdeydim. Tanıştığım bir kişi sordu: “Nereden geldiniz?” “İstanbul’dan geldim” dedim. Ne iş yaptığımı sordu. “Fuzul’da çalışıyorum” dedim. “Biliyor musunuz, biz sizin şirketiniz için çok dua ediyoruz” dedi. Beni tanımıyor. “Niye?” dedim. “Siz insanları en uygun şekilde, faizsiz ev sahibi yapıyorsunuz” dedi. “Sahiplerini tanıyor musun?” dedi. “Konyalılar” dedim. “Çok selam söyle görürsen” dedi. Yaşım genç olduğu için ben sahiplerinden biriyim diyemedim. Çünkü söyleseydim bunu bir sıkıntı olarak görebilirdi. O zaman patron veya şirket sahibi dendiği zaman herkesin gözünün önüne kelli felli adamlar geliyordu, eski Türk filmlerinden oluşan imajla. İş hayatımın ilk yıllarıydı Konya’da bir PVC fabrikası açmıştık ortaklı. En yüksek hisse bendeydi. Dolayısıyla söz sahibi bendim orada. Dediler ki fabrikayı ziyarete gideceğiz. Fabrikada 46 kişi çalışıyor o zaman. Ben çok gençtim. Patron geliyor demişler çalışanlara. Tabii utandım, ayaklarım birbirine dolandı o gün.
“Sizden daireyi nasıl aldığımı biliyor musunuz?”
Suudi Arabistan’daydım. Bir müşterimiz yemeğe çağırdı. Dedi ki “Eyüp Bey, ben sizden daireyi nasıl aldım, biliyor musunuz?” Başladı anlatmaya. “İstanbul’da daire almaya karar verdim. Sirkeci’ye geldim ve bir otele yerleştim. Açtım interneti, araştırmaya başladım. 5-10 firma çıktı karşıma. Sırasıyla inceledim. Bu arada Fuzul dikkatimi çekti ve onu inceledim. Sonra dışarı çıktım. Önümden tramvay geçti. Tramvayda Fuzul reklamı vardı. Bu bir işaret dedim. Yürüyerek Sultanahmet Camii’ne gittim. Namazı kıldım, selam verdim. Yanımdaki kişi ile de selamlaştık. Ne iş yaptığını sordum. “İnşaat işi yapıyorum.” dedi, bana ne iş yaptığımı sordu. “Ben de Aramco CEO’suyum.” dedim. “Nerede inşaat yapıyorsun?” “Başakşehir’de.” “Hangi firma?” “Fuzul.” Konuştuğum kişi Mahmut Akbal imiş. Artık uzatmaya gerek yok dedim ve sizden ev aldım.”
Bunu da her yerde anlatıyor kendisi.
Dünya Gazetesi’mden Doğan Selçuk ÖZTÜRK’ün Haberi